Ferhat Tunç
Müzik
Ferhat Tunç Kimdir
Ferhat Tunç; güneşin kutsal olduğu, ateşin suyla söndürülmediği Dersim'de 1964 yılında doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği; rüzgârın, karın ve baharın bile asi olduğu bu kentte geçti. Tarih, bu kenti savaşlara, isyanlara ve sürgünlere mahkûm etmişti. Bu yüzden ağıtların söylendiği, hüzünlerin beslendiği mağrur bir kentti Dersim.
Ferhat Tunç bu kentte, mağrurluklar içinde biriktirdiği "gelecek kaygısını daha ilkokul yıllarında müziğe tahvil etti. Bir yandan okula gidiyor bir yandan düğünlerde ve özel gecelerde bağlama çalıp türkü söylüyor; dinleyenleri kah hüzünlendiriyor kah coşturuyordu. Ve bir süre sonra, doğduğu kent onun bu yeteneğine el veriyor; Ferhat Tunç "Dersim'in küçük ozanı" oluyordu.
Ferhat Tunç Lise öğrenimini tamamlamadan, 1979 yılında zorunlu olarak doğduğu kenti terk edip Almanya'ya ailesinin yanına yerleşti.Bu soğuk ve yabancı yerde, hiç alışamadığı bu gurbet elde yani, her şeye rağmen müziğe yoğunlaşıp başarılı çalışmalara imza atmak istiyordu.Bu çerçevede 1982 yılında Frankfurt'ta Amerikalı müzisyen Darnel Sumers'la tanıştı ve Sumers yaptığı "reggae" müziğinden yola çıkarak, müzik bilgisi, değişik kültürel motiflerin müziğe aktarılması ve müzikte çok seslilik ve çok renklilik konusunda Ferhat Tunç'a katkı sundu. Tunç, dostu Sumers'tan biriktirdiği bu "yeni"yi Sumers'la birlikte, üç Alman ve bir Yunanlı müzisyenle yaptığı deneysel çalışmalarla pekiştirip zenginleştirdi ve bu bileşimle Avrupa'da birçok konser verdi.
Almanya'da, yarıda bıraktığı Lise öğrenimini tamamladıktan sonra, Mainz Üniversitesi'ne bağlı bir müzik okulunda kısa bir eğitim aldı. Bu arada "Kızılırmak" adlı ilk albümünü de çıkaran Ferhat Tunç, sonraki yıllarda Dersim ve Almanya sürecini şöyle tanımlayacaktı: "O yıllarda yaptığım müzik, içerik kaygısına düşmeden, ama devrimci ruha sahip amatörce bir süreçti".
Tunç, 1985'te, 12 Eylül'ün rüzgârlarının henüz sert estiği bir dönemde Türkiye'ye döndü ve yeni bir başlangıç yaparak aynı yıl Türkiye'deki ilk albümünü çıkardı. Albümün adı "Vurgunum Hasretine" idi. Albüm kısa sürede büyük yankı yarattı ve Ferhat Tunç artık Türkiye'de, toplumsal muhalefetin içindeydi. Tunç, o dönemi şöyle özetliyor: "Toplumsal hareketin bastırıldığı, hak ve özgürlüklerin geri alındığı bir dönemde halkımın yanında yerimi aldım".
Tabi, 12 Eylül gibi bir vakıanın yaşandığı Türkiye'de bunun bir bedeli vardı. Miting havasında geçen konserler, çok satan albümler ve toplumsal muhalefetin gözdesi olan bir sanatçının ödeyeceği bedel -elbette!- gözaltılar, tehditler, mahkemeler ve hala süren konser yasakları olacaktı.
Ferhat Tunç'un 1985 yılında Türkiye'de zorlu başlayan ve sürekli baskı, yasak ve saldırılarla geçen müzik yaşamı boyunca çıkardığı albümler; Türkiye'deki toplumsal gerçekliğin aynası niteliğindedir:
Ferhat Tunç, elde ettiği müzik birikimini, 1984'te Türkiye'den Almanya'ya giden müzisyen Orhan Temur'la başladığı çalışmaya aktardı ve ortaya "Bu Yürek Bu Sevda Var İken" albümü çıktı. Uzak bir ülkede, Almanya'da olmasına rağmen ülkesinde yaşananlara kayıtsız kalmayan Ferhat Tunç'un bu albümü, "12 Eylül'e itiraz"ın izlerini taşıyordu.
FERHAT TUNÇ
- 30 Yılın Ezgileri
- Ateş Gibi
- Ateşte Sınandık
- Bu Yürek Bu Sevda Var İken
- Çığlıklar Ülkesi
- Dersim - Kirmanciye Laments
- Firari Sevdam
- Gülvatan
- Her Mevsim Bahardır
- Kanı Susturun
- Kavgamın Çiçeği
- Kayıp
- Kobani
- Munzurun Dağlarında
- Nerdesin Ey Kardeşlik
- Özlemin Dağ Rüzgarı
- Sevmek Bir Eylemdir
- Şarkılarım Tanıktır
- Vurgunum Hasretine
- Vuruldu
- Yaşamak Direnmektir
Tüm çalışmalarında görüleceği üzere sanatı ile içinde yaşadığı toplumun sorunlarını buluşturan Ferhat Tunç, müzik yaşamının bugün geldiği 30. yılında daha güçlü çalışmalara imza atıyor. Ferhat Tunç, 30 yıla varan profesyonel sanat hayatına tam 22 albüm sığdırdı.
Sanatçının son albümü tamamı ilk kez kendi ana dili olan Kırmancki ağıtlardan oluşuyor ve "Şuware Kırmanciye" ismini taşıyor. Bu albüm uluslararası bir proje kapsamında gerçekleşti. Albümde yer alan Kırmancki ağıtları aynı zamanda Oslo kilisesi korosu tarafından ingilizce olarak ta seslendirildi. Sanatçı, Uluslararası bir proje kapsamında çıkan yeni albümü "Şuware Kırmanciye"ile ilgili olarak şunları söylüyor ; "Ağıtlar, Dersim sözlü tarihinin temel taşıyıcılarıdır. Tarihine iz düşüren temel olayların sözel kaydı niteliğindedir. Kırmanciye'nin ruhu, temel karakteri, başkalığı Albümde yer verdiğim ağıtlarda kendisini açığa vuruyor."
Sanatçı Ferhat Tunç'un 2010 yılında "Zor Zamanlar İnce Şarkılar" isimli birde kitabı yayınlandı. Chivi yayınlarında çıkan Kitap, sanatçının kendisinin yazdığı ve birçok gazetede yayınlanan makale ve araştırma yazılarından oluşuyor. Ayrıca Türkiye'nin birçok gazeteci ve aydının kişinin sanatçıyla ilgili yazdıkları da bu kitapta yer almaktadır.
Sanatçı uzun yıllardan beri merkezi Danimarka'nın Koppenhagen kentinde bulunan FREEMUSE (Dünya Müzik Forumu)'nun Türkiye elçiliğini yapmaktadır. Sanatçı 2010 yılı Dünya Özgür Müzik Ödülünü de iran'lı sanatçı Mahza Vahdat ile birlikte paylaştı.
Ferhat Tunç, sanatçı kimliğinin yanı sıra toplumsal barış mücadelesinde kendisine düşen sorumluluğun gereğini fazlasıyla yerine getiren bir sanatçı oldu. Türkiye İnsan hakları mücadelesinde her türlü zorluğu göze alarak birçok alanda görev aldı ve yaptığı çalışmalardan ötürü TİT başta olmak üzere ırkçı birçok çevrenin ölümle tehdit ettiği bir sanatçı oldu. Sanatçı 2005 yılı Ağustosunda Dersim'de PKK tarafından alıkonulan Er Coşkun Kırandi'nin ailesine kavuşmasını sağladı.
Sanat, Siyaset ve Medya alanında muhalif kimliği ve duruşuyla bilinen Ferhat Tunç, hakkında açılmış ve hala devam eden onlarca soruşturma ve davanın kıskacında yaşamını sürdürüyor. Sanatçı sanat alanında yürüttüğü çalışmalarının yanı sıra HDK (Halkların Demokratik Kongresi) ve Kurucularından olduğu HDP (Halkların Demokratik Partisi) üyesi olarak özgür, demokratik ve kardeşçe yaşanılır bir Türkiye için mücadelesini devam ettiriyor.
Doğup büyüdüğü toprakların asi ruhuyla yıkanmış olmanın kendisine kazandırdığı duruşla var olmayı yeğleyen Tunç, sanatından ve toplumsal yaşamından taviz vermeden yürümeyi sürdürüyor. Ve her şeyin toplamı olarak, felsefesini şöyle özetliyor: "Aynı tanrının çocuklarıysak, aynı göğün altında ve aynı toprağın üstünde yaşıyor ve aynı havayı soluyorsak; niye aynı 'insanlığı' yaşamıyoruz?"