Pink Floyd

Müzik

İNDİRMEK İÇİN ALBÜM BAŞLIKLARINI TIKLAYINIZ .. !CLICK THE ALBUM TITLES TO DOWNLOAD .. ! YOUTUBE'dan DİNLEMELERİNİZ SIK SIK REKLAMLARLA KESİLECEKTİR.  KESİNTİSİZ DİNLEMEK İÇİN ALBÜM BAŞLIKLARINI TIKLAYARAK ONLINE DİSKTEN DİNLEMENİZİ ÖNERİRİM   

Albümler

ALBÜM'LERİN TAMAMI

Pink Floyd Kimdir

Pink Floyd

Birçok kişi onları "tüm zamanların en iyi grubu" diye niteledi. Konserleri dünyanın iki ucundaki insanları bir araya getirdi. 70'lerde yaşanılan Rock müzik patlamasının en büyük halkalarından birisiydiler. Değişim sürecinin tam ortasında doğan bir gruptular. Var olan sisteme ve aldatıcı düzene karşı agresif ama bir o kadar da gerçekçi bakan ve döneminde imkansızı başarmış bir topluluktular. Pink Floyd, müziğe iz bırakmış felsefi bir dinamo gibiydi... İşte bu efsanevi grubun albümlerinden, üyelerinden, bilinmeyenlerine deyim yerinde ise A'dan Z'ye her şeyini öğrenmek istiyorsanız sizi güzel, uzun ve sürükleyici bir Pink Floyd içeriği bekliyor... Bilmediğiniz çok şey olabilir... 

Her albümünde ayrı bir tat alırsınız Pink Floyd'u dinlerken. Çoğu kişi gibi gözlerinizi kapatarak dinlersiniz. Sadece müzik altyapılarına saygı duymaz, şarkı sözlerine eğildiğinizde hayran olmadan duramazsınız. 18 albümünün neden dünya çapında yaklaşık 150 milyon sattığını kolayca anlayabilirsiniz. Pink Floyd sadece şarkı sözleri ve müzikalitesi ile değil klipleri, sahne performansları ve fan kulüpleri ile birçok kişinin hayatında izler bırakmış felsefi bakış açılarıyla da müzik dünyasının bambaşka bir yerine konumlanmıştır. Belgeseli çekilmiş ve tabiri yerindeyse (ki yerinde) müzik dünyasına damgasını vurmuş bir müzik ekolüdür. Konserini izledikten sonra müzikle uğraşan diğer tüm insanların başka bir klasmanda olduğunu düşündürten kısaca farklı bir kulvarda müzik yapan bir gruptur. Hatta sevenleri arasında Pink Floyd edebiyatı dahi oluşmuştur. 

Pink Floyd'un kuruluşu

İkinci Dünya Savaşı öncesi İngiliz toplumu, geleneklerine ve birbirlerine bağlı, üst sınıflara çoğunlukla saygılı insanların oluşturduğu bir toplumdu. Ancak bu savaş bunalımını küçük yaşta izlemeye mahkum edilmiş çocuklar, yaşları büyüdükçe bu muhafazakar görünümlere karşı olan her tür eylemi, tüm yönleriyle destekliyorlardı. İşte Pink Floyd elemanlarını hepsi de 1940'lı yıllarda doğan kuşağın içinden çıktı. Bilinçli bir şekilde olmasa bile bu gençlerin çabaları, duygularını, iç çatışmalarını yaptıkları müzikle yoğurup geniş kitlelere sanat yoluyla sunmaktı.

Pink Floyd, basçı Roger Waters, klavyeci Richard "Rick" Wright ve davulcu Nick Mason'a, Pink Floyd'un Pink Floyd olmasını sağlayan isim olan Syd Barrett'in Waters aracılığıyla katılmasıyla 1964-1966 yılları arasında kuruldu ve kısa sürede, yerleşik müzik tarzlarına ve müzik sanayisinin işleyişine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış underground türü müzik yapan toplulukların önde gelenlerinden biri oldu.

İlk dönemlerinde daha küçük bir kitleye seslenen grup kullandıkları görsel efektler ve sahne performansları ile kısa denilebilecek bir sürede ulusal kitleye sahip oldu.

Kısa sürede müzisyenlerinin çalgılarla olan diyaloğu ve özel becerileri ile müzikte; şarkı sözleri ile de felsefede öne çıkan grup giderek popülerleşti. Bu ilginin nedeni ise Pink Floyd üyelerinin hiçbiri diğerlerinin gerisinde kalmaması ya da onları gerisinde bırakmamış olmasıydı.

Çıktıkları anda müzik eleştirmenlerinin sınıflandıramadığı bir müzik yapıyorlardı. Ses efektlerini, caz ve gitar sololarını baz alarak, dünya ve insan sorunları etrafında yoğunlaşan bir müzik yapmaya başladılar. Psychedelic Rock ve Caz müziğin altyapısını değerlendiren Pink Floyd, belli bir süre sonra kendi tarzını iyice oturtmayı başardı. Ekol denmesinin sebebi de bu sebepten ötürü oldu Pink Floyd'a... Pink Floyd kendi müzik tarzını efsaneleşerek yaşıyordu zaten...

Grup üyeleri;

David Gilmour (Gitar)

David Gilmour 6 Mart 1946'da Grantchester'da doğdu. Babası bir genetik doktoruydu. Annesinin tüm ilgi alanı ise gitar çalmaya uğraşan oğluydu. 13 yaşındayken komşuları tarafından hediye edilen bir klasik gitar ile yolculuk başladı. Çevresinde mükemmel ritm duygusu ve gitara olan hakimiyeti ile dikkat çekiyordu.

O yıllarda okul Barrett gibi Gilmour'u da sıkıyordu. Barrett'dan çok daha iyi bir gitarist olan Gilmour, ona ilk gitar dersini veren kişidir. Gilmour'un gitara karşı olağanüstü bir yeteneği vardı, ama Syd'in de inanılmaz dehası. Bu ikili zamanla halef selef oldular ve birçok eleştirmen tarafından birbirleriyle karşılaştırıldılar.

Syd ilk bestelerini yapmaya başladığında Dave, Joker's Wild isimli bir grupta çalıyordu, bu grupla birlikte Fransa'da bir yıl kaldı, sonra İngiltere'ye döndü, grup dağılmıştı ve o beş parasızdı. Uzun zamandan beri Syd'i görmemişti, diğerlerini ise hiç tanımıyordu, Pink Floyd bu arada epey yol almıştı ve Syd artık gruptan kopuyordu, böylece Dave, Pink Floyd'un beşinci elemanı olarak gruba katıldı.

Dave' in en önemli hobisi uçmak; bunun dışında model uçak kolleksiyonculuğu ile ilgileniyor ve çeşitli havacılık gösterilerine katılıyor. İki kez evlenen Gilmour 3'ü eski eşinden olmak üzere 7 çocuk babası.

Roger Waters (Bas-Vokal)

George Roger Waters 6 Eylül 1943'te Cambridge'te doğdu. John ve Duncan isimli iki kardeşi var. 6 Eylül 1943' de Cambridge' de doğdu. Daha çocuk yaşta babasını (Eric Fletcher Waters) savaşta kaybetti. Bu onun tüm hayatını etkiledi. The Final Cut albümünü babasına adadı.

O da Syd gibi Cambridge Erkek Lisesi'ne gitti. 60'ların başında Nükleer Silahsızlanma kampanyasında ilk defa seyirci karşısına çıktı. Bir müzisyen olmaya karar verdiğini bakın nasıl anlatıyor:

"Regent Street Politeknik'te mimari okuyordum, sanırım orada ciddi olmayan birkaç grup deneyimimiz olmuştu ama hiçbir yerde çalamadık. Bir çok ismimiz oldu en sevdiğimiz ise Megadeths idi. Sadece oturup kazanacağımız parayla neler yapabileceğimizi konuşurduk. Bursumuzun önemli bir kısmını bir İspanyol gitar almak için harcadım ve ders almak için kursa gittim. Okulda enstrümanlarıyla gelip bir şeyler çalanların takıldığı bir oda mutlaka bulunurdu, şimdi düşününce sanırım gitarımı daha önce almıştım, çünkü Shany Toen isimli şarkıyı öğrendiğimi anımsıyorum. Okulda öğrendiklerimizle kesinlikle ilgilenmiyordum. Zaten aldığımız bütün bursu da aletlere yatırıyorduk."

Daha sonra Mimarlık eğitimi için Cambridge'ten ayrılarak Londra' daki The Regent Street Polytechnic'e girdi. Nick Mason ve Richard Wright ile burada tanıştı. The T-Set ve The Screaming Abdabs gibi ünlü guruplarla çalıştılar. 1980'lerin ortalarında Pink Floyd'dan ayrıldı ancak parlak lirik zekası ile gruba damgasını vurdu.

Grubun en çok okuyan üyesi Waters'tı. Bütün yapıtlarında Blues'un yoğun etkisi vardı. Ayrıca Barrett sonrası yapıtlarda Waters'ın hemen hemen tüm hayatını izleyebiliriz. Aslında o hiçbir zaman bunu itiraf etmedi ama "The Wall"un onun ve Syd'in hayatından bölümler olduğu kesin.

Çalışkan, hareketli ve yaratıcı bir özelliğe sahip olan Waters, grubun diğerlerinden ayrılan entelektüel yönlerinin en önemli temsilcisi. Zor anlaşılır bir adam olduğunu düşünür ve bundan gizli bir sevinç duyar. Arabalarla ve mekanikle çok ilgilidir, tümüyle işlemez durumda olan beyaz renkli 1950 model Lotus Super Seven marka otomobiliyle övünür. Bugün bile bir çok kişi için Pink Floyd denilince akla gelen ilk isim Roger Waters' dır.

Richard Wright (Klavye)

Richard (Rick) William Wright; 28 Temmuz 1945'de Londra'da doğdu. Müzik kariyeri Londra'daki The Regent Street Polytechnic'e girmesi, Roger Waters ve Nick Mason ile tanışması ile başladı, ancak o mimar olmak istemiyordu, tek düşündüğü şey müzik yapmaktı. 6 ay sonra aralarına Syd'i de alarak bir grup kurdular. Wright okuldan önce piyano, harmonium, harpiscord ve çello çalmayı öğrenmişti, Politeknikte ise mimari ve müzik bölümlerinde okumaya başladı.

Okulda elektronikle ve elektronik kompozisyonlarla ilgilendi. Özellikle öğretmeni Stockahausen'in yazdıklarıyla. Bu eğitim ve onun yeteneği daha sonraki yıllarda oluşacak Pink Floyd soundunun ortaya çıkmasında önemli katkılarda bulundu.

Tek ve en önemli ilgi alanının müzik olduğu biliniyor, ancak grubun en karamsar kişisi de olduğu bir gerçek. Kötü çaldığını hissettiği zamanlar her şeyi bırakıp gidebiliyor. Bir zamanlar en büyük amacı bir Melletron (Dünyanın en gelişmiş klavyeli enstrümanı) satın alıp müzik deneylerine girişmekti. Sonradan bu amaca erişti. Yüzlerce şarkı sözü yazmış, bir o kadar da beste yapmış fakat tümünü yaptıktan sonra değersiz olduklarını düşünüp çekmeceye kaldırmıştır hep. Rick' in en büyük tutkusu fırsat bulduğu zaman yat ile gezintiye çıkmak.

Nick Mason (Davul)

Nicholas (Nick) Berkeley Mason, 27 Ocak 1945'da Birmingham'da doğdu. Bill ve Sally Mason'un Sarah, Melanie ve Serena'yla birlikte 4 çocuğundan biridir. Ailesi varlıklıydı. Londra'nın en zengin mahallelerinden Hampstead'te büyüdü, pahalı bir özel okulda okudu. küçüklüğünden itibaren model arabalara merak sardı. Oldukça yaramaz bir çocuktu. Nick ilkokulu olan Frensham Heights' de Nick hala gelmiş geçmiş en yaramaz öğrenci olma ünvanını koruyor.

Küçük yaşlarda piyano, keman ve davul çalmayı öğrendi, sonunda o da Politeknik'e geldi ve diğer çocuklarla tanıştı. Rick ile birlikte bir daire tuttu ama sonra yeniden ailesinin yanına döndü. Ve o daireye Syd ile Waters yerleştiler. Ufo klüpteki başarılardan sonra okulu bir yıl bırakmaya karar verdi. 1969'daki bir röportajda şöyle diyor:

"Yıldız olma fikri çok hoşuma gitmişti, müzikten başka bir şey beni ilgilendirmiyordu. Seyredebildiğim kadar çok grup seyrediyordum ve pop müziğin nasıl gerçekleştirileceği konusu beni meşgul eden tek meseleydi."

Nick Mason, kişiliğinde hümanist bir yapının her zaman ön planda olduğunu söyler. 1965'li yılların en popüler gruplarından olan Cream'in davulcusu Ginger Baker'ın hayranıdır ve tekniğinde en çok o sanatçının etkisi sezilir. Yavaş, duygusal, az gerilimli, zaman zaman kendisinin de şaştığı başarılı ataklarla donanmış bir tekniktir Mason'ınki. Günlük yaşamında neredeyse hiçbir şeyi umursamayan ve hatta grubun başarısını bile önemsemeyen, kendine özgü bir kişiliğe sahiptir.

Syd Barrett (Gitar-Vokal)

Syd Barrett (Roger Keith) 6 Ocak 1946'da Cambridge'te doğdu. 2 ağabeyi ve bir kız kardeşi var. Cambridge erkek lisesinde, aynı lisede okuyan Roger Waters'dan iki sınıf gerideydi. Oldukça konforlu yaşayan bir İngiliz orta sınıf ailesinin çocuğuydu. Normal bir çocukluk dönemi geçirdi. Babası, Syd' in müzikal yeteneğini fark ettiğinde ona hemen bir banjo, daha sonra da bir gitar alarak cesaretlendirdi. Syd 14 yaşındayken babasını kaybetti, bu erken ölüm onun psikolojik yapısını travma denebilecek derecede olumsuz etkiledi.

Her zaman sanat ve müziğe yatkın gözüktü ve erken yaşlarda müzik ve resim eğitimi almaya karar verdi. İlk enstrümanı Ukulele'ydi (4 telli Hawai gitarı). Gitar çalmayı da metodlardan ve arkadaşlarından öğrendi. İlk grubunu kurdu (Geof Mott ve Mottoes). Bu grupla partilerde ve evin çevresinde çalıyordu. Sonra Hollering Blues isimli bir grupla birlikte çalmaya başladı. Londra'ya gittiğinde 3 çocukla tanıştı. Dördü daha sonra Pink Floyd oldular.

Syd ve Dave beraber büyüdüler. Dave daha iyi bir gitaristti, ama Syd'in söz yazma konusundaki başarısına asla yetişemedi... Syd müzik eğitimini Camridge'te David Gilmour ile birlikte yaptı. Teknik okuldan sonra Syd, Londra'ya resim okumaya gitti, orada Roger Waters'la beraber oturmaya başladı.

Müzik ve resme ilk ilgi duyduğu andan itibaren Syd, bir yandan da içki, sigara ve kadınlara merak saldı. Yakışıklılığı ile okulda dikkat çekiyordu ve o da bunu kullanıp bütün kızlarla birlikte olmak için her yolu deniyordu. Bu arada evi de hafta sonları müzik yapar gibi yapan çocuklarla dolup taşmaya başlamıştı. İşte bu sıralar tüm gençlerin yaptığı gibi Syd de uyuşturucu kullanmaya başladı. 1964 sonbaharında okula başlamak üzere Londra'ya geldi ve Waters'la aynı eve yerleşti.

Bu evde daha önce oturan Mason ve Wright ise ayrıldılar. Mason zengin ailesinin yanına döndü, Wright ise evlendi. Mason, Waters, Barret ve Bob Klose birlikte çalmaya başlamışlardı. En büyük destekçileri ev sahipleri Leonard'dı ve bu yüzden gruba Leonard's Lodgers ismini koydular. Birkaç ay sonra Wright gruba katıldı, grubun beyni tabi ki Syd'di ve hemen hemen bütün parçaları o yazıyordu. Ama grubun bir solisti yoktu ve Chris Dennis bu grubun solisti oldu.

Syd'in soyut resimleri okulda ilgi gördü ama bu seferde okul Syd'i doyurmamaya başladı. 1965'te bir sih tarikatı olan Sant Mant'a girdi, bu sadece bir yaz sürdü ve Syd uyuşturucuya geri döndü.

1968'de gruptan ayrıldı ve gruptaki yerini David Gilmour'a bıraktı. Müzik çevrelerinin fazlasıyla onayladıkları bir kişilik olan Barrett, hala İngiltere'nin en büyük müzikçilerinden biri sayılır. Eleştirmen Pete Brown, Barrett için "tipik bir Rimboud figürü" demekle şaşılası bir benzetme yapmıştır. Yakaladığı bu ortaklığın ana nedeni resmi değerlere karşı açtığı savaştan olsa gerek. Konuşmalarından birinde Barrett "Ben her zaman böyle içe dönük olmam" der. "Galiba genç insanların sevinecek fazlasıyla şeyi var. Fakat ben herhangi bir tane bulabileceğimi sanmıyorum". Gruptan ayrıldıktan sonra 4 solo albüme imzasını atan Barrett'ın en büyük destekçileri gene eski grup arkadaşları idi.

Syd Barrett, grubun belki en gizemli elemanı. Uç yaşayışların hepsini destekleyen bir yapıya sahip olan Barrett'i bir yazar "çingene yürekli" olarak tanımlıyordu. Barrett'ın en önemli özelliği gitar ve müzikteki becerisinin yanı sıra resim ve felsefeyle de ilgilenmesiydi. Tüm insanlara yönelik özel bir sempatisi vardı bu onu diğer sanatçılardan ayıran bir özelliğiydi.

Giyimine fazlasıyla önem verirken, bu önemin içinde yatan resmi koşullara karşı isyanıdır ve bunun kendi de bilincindedir. Aykırı, çirkin, kural dışı giysileri giymek ve özgürlüğü her şeyiyle bir bütün olarak algılamak ve yaşamın her boyutunda özgürlüğüyle birlikte olmak isterdi. Hiçbir tedirginliği olmayan ve yaşadığı ana hesap veren bir kişiliğe sahipti.

Grubun bir araya gelme hikayesi

Kısaca grubun nasıl bir araya geldiğine değinecek olursak; Waters ilk girdiği yüksek okuldan ayrılıp Cambridge Regent Street Polytechnic School'da mimarlık eğitimine yönelmek istiyordu. Wright ve Mason'da o süreçte Sigma 6 isimli bir grupta birlikte çalıyorlardı. Her ikisi de müzik eğitimi görmekteydiler. İşte bu üçlü ilk kez, Poly isimli bir okul grubunda birlikte göründüler. Sonra Abdabs diye bir grupta birlikte çaldılar. Bu grupta gitarı sonradan en ünlü caz gitaristlerinden bir olacak Bob Close çalıyordu. Bob Close'dan ayrılan bu üçlüye sonradan büyük kente sanat öğrenimi yapmak için gelen Syd Barrett'da katılınca Pink Floyd ilk şeklini almış oldu. 

İsim arayışları

Progressive Rock'ın öncüsü olarak bilinen Pink Floyd kurulduğu dönemin iki Blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council'den alarak vücuda geldi. Ama Pink Floyd ismini kullanana dek bir kaç isim ve bir kaç üye de değiştirdiler. Sırasıyla Sigma 6, The Megadeaths, The Architectural Abdabs, The Abdabs, The Tea Set, The Pink Floyd Sound, The Pink Floyd isimlerini kullanan grup son hali olan "Pink Floyd"da karar kıldılar. Pink Anderson ve Floyd Council fikri de Syd Barret'in aklına geldiği için grubun kurucusu olarak anıldı. 

Pink Floyd doğuyor (İlk kayıtlar ve ilk albüm)

Grubun ilk oluşumundan sonraki kayıtları ve çalışmaları psychedelic rock tarzından oldukça uzaktı. Ve grup o zamanlar ciddi anlamda dinlenen ve de beğeni toplayan caz müziğini, alt yapıları olarak benimsedi ve müziklerindeki bateri ve gitar alt yapılarını caz akorları üzerine kurarak başarı sağladı.

Daha sonra kendilerini geliştirerek kendi müziklerini oluşturdular. Bunun ismi ne Caz ne de Psychedelic Rock'tı. Bu, diğer müzik türlerinden farklılık gösteren bir müzikti. Bu Pink Floyd gerçeğiydi. O zamanlar tüm dünya Pink Floyd'u konuşuyordu. Müzik otoriteleri bile ne yorum yazabileceklerini bilmiyorlardı.

Grup "Psychedelic Rock" tarzları ve görselleri çok iyi kullandıkları konserler ile Londra yer altının en önemli gruplarından biri haline gelmişti. 1966'da daha bir firmayla anlaşmamışken gazeteci Peter Whitehead'ın çektiği Tonite Let's All Make Love in London belgeselinde şarkılarıyla yer aldılar.

 The Piper at the Gates of Dawn (1966-1967)

1966'da ilk kez bir müzik şirketiyle anlaşan Pink Floyd, 1967'de "Arnold Layne" ve "See Emily Play" 45'likleri ile albüm dünyasına ilk adımı attı. Tüm şarkılarını Syd Barrett'in yazdığı ilk albümleri "The Piper at the Gates of Dawn", İngiltere'de büyük bir başarı sağladı. Albüm en çok satan albümler listesinde 7 hafta ilk 10 içinde yer aldı ve eleştirmenler tarafından olumlu karşılandı. Fakat aynı başarı Amerika'da gelmedi. Grup o dönemde Jimi Hendrix ile turne yapıp kendisini tanıttı.

Değişime ulaşmak için müziği kullanan Pink Floyd, durağanlığı ortadan kaldırmak için müzik yapıyordu. İlk bakışta anlamsız, garip gelen, dinledikçe haz veren besteleriyle müziğin bugünlere gelmesinde tam bir öncülük yaptı. Kısaca Rock müziğe cesaret ve hız kazandırdı. Müzikteki en son devrimlerden birini yaşatmakla kalmadı, bilinen değerleri farklı bakışıyla bütünleştirerek sanatta erişilemez yerlerden birine kendi ismini koydu.

Bu albümün ardından "Apples and Oranges" adlı bir 45'lik çıkardılar, ancak bu albüme ilgi oldukça az oldu. Aynı dönemde bir dizi grupla birlikte konser turlarına çıktılar ve Floyd bu konserlerin en ilgi çeken grubu oldu.

  • Albümü buradan veya buradan dinleyebilirsiniz

Albümün kapağının hikayesi: İlk albüm kapaklarında o yıllarda içinde bulundukları saykodelik akıma uygun giysilerle sahne şovlarında kullandıkları çoğaltılmış görüntülerini kullandıkları poz Vic Singh tarafından çekildi. Grup daha sonraki yıllarda giyim şeklini değiştirdi ve diğer gruplardan farklı olarak sıradan, dikkat çekmeyen günlük giysilerle görünmeye başladılar.

Syd Barret'in gruptan ayrılması ve uyuşturucu sorunları

"Apples and Oranges"a gösterilen ilgisizliğin nedenleri ise oldukça önemliydi. Syd Barrett'ın alışılmış beste performansı gittikçe düşmekteydi ve kullandığı aşırı uyuşturucu yüzünden dengesini tamamen yitirme durumundaydı. Gün geçtikçe ruh sağlığını daha çok kaybediyor, stüdyolara katılmıyor ve sahnedeki performansı düşüyordu. Grup Syd'siz bir şeyler yapabileceğinin farkındaydı. Bütün sözleri ve müzikleri yapan oydu. Ama Syd'in grupta kalması artık grubun yükselişe değil düşüşe geçmesine neden oluyordu.

Elbette ki grubun diğer üyeleri de uyuşturucu kullanıyordu ancak Syd kadar değildi. 1967'nin sonlarında grubun işlevsiz bir elemanıydı artık ve arkadaşları bu sevdikleri insanın gruptan ayrılmasına seyirci kalacaklardı. Gruba 18 Şubat 1968'de yeni bir gitarist katıldı. Pink Floyd 2 ay gibi kısa bir süre için 5 kişilik bir kadroya sahip oldu. Barrett'ın boşluğunu doldurmak için gruba katılan bu yeni eleman ise David Gilmour'du. Barrett bu olay üzerine 6 Nisan 1968'de gruptan tümüyle ayrılarak evine kapanmayı tercih etti.

Böylece Syd Barrett'ın uyuşturucu ve uyarıcılarla zenginleşen psychedelic çizgisi, 1968-1973 arasında, topluluğun üstündeki etkisini giderek yitirmeye başladı ve yerini, bir ölçüde ses efektlerine dayanan, Progressive Rock'a yakın bir anlayışa bıraktı. Syd Barrett gruptan ayrıldıktan sonra birçok uzun deneysel şarkı, film müziği ve stüdyo çalışmaları yaptılar. Vokallık ise grup üyeleri arasında değişiyordu. Waters, Gilmour ve Wright üçlüsü bu görevi üstlenenlerdi.

Tanınmayacak halde olan Syd Barrett'in stüdyo ziyareti ve gözyaşları

"Wish You Were Here" albümünün kayıtları sırasında Syd Barrett stüdyoyu ziyaret etmişti ancak grup elemanları fiziksel olarak değişmiş Syd Barrett'i tanımamışlardı. Tanıdıklarında ise gözyaşlarına boğulmuşlardı. Ona besteledikleri şarkıları dinletmişlerdi ve daha sonra Barrett stüdyodan ayrılmıştı. Bu grubun Barrett'i son kez gördüğü andı.

Waters o günleri şöyle anlatıyor:

"Çok garipti, sözler yazılmıştı ve aslında Syd ile ilgiliydi, geri kalan her şey başka bir şey anlatabilirdi ama neden sözleri Syd hakkında yazmaya başladım, bunu bilmiyorum. Sanırım Dave'in solosu ve onun hüzünlü sound'u beni oraya götürdü. Aslında Syd'in durumunun grubun genel durumunun bir sembolü olması "Wish You Were Here" kayıtlarının başlamasından çok önceydi. (...) Elbette o çok önemliydi, grup Syd olmadan asla başlayamazdı. Çünkü her şeyi yazan oydu. Onsuz hiçbir şey olmazdı ama diğer yandan onunla da yürüyemezdi. Rock'n Roll tarihinde Syd önemli olabilir ya da olmayabilir ama Pink Floyd için insanların düşündüklerinden çok daha önemli. Kendimi yıllarca onun tehdidi altında hissettim. Ama o 'Wish You Were Here' kayıtlarında geldiğinde karşımda iri, şişman, kel, delirmiş bir insan buldum ve gözyaşlarımı tutamadım."

Wright ise olaydan şöyle bahsediyor:

"Bütün albüm Dave'in baştaki gitar solosundan yola çıktı, çok güzel bir soloydu. Sonuçta bence albüm bizim en iyi albümümüz oldu, çünkü en renklisi ve en duygusalıydı. "Shine On"un sözleri Syd için yazılmıştı. Stüdyoya yürüyerek gelmiştim. Roger masasında miksaj yapıyordu, sonra onun yanında oturan şişman, kel bir adam gördüm. Bunu garipsemedim çünkü insanların bizi merak edip gelmesi normaldi. Sonra Roger "Bu adam kim bilmiyorsun değil mi?" dedi. "Bu Syd". Büyük bir şoktu, çünkü onu 6 yıldır hiç görmemiştim. Ayağa kalktı, dişlerini fırçaları, yeniden oturdu ve 'Pekala gitarı ne zaman çalacağım?' dedi. Tabii yanında gitarını getirmemişti. Biz ise 'Üzgünüz Syd, gitarların işi bitti', dedik."

Grup üyeleri ile ilgili kısa kısa

  • Cenazede şarkı | Gilmour, Mason ve Wright 2003'te ölen menejerleri Steve O'Rourke için birleşip "Fat Old Sun" ve "The Great Gig In The Sky"'ı cenazede çaldılar.

  • Satılan resimler | Pink Floyd`un kurucu üyesi Syd Barrett`in yaptığı resimler satışa çıkarıldıktan sonra toplam on adet resmine 55.000 pound (yaklaşık 156.000 TL) ödenmiştir

  • "David ve ben hiçbir zaman yakın arkadaş olmadık." | Amerikanın ünlü talk show'u 60 Minutes programına katılan Waters kendisi ve gruptan ayrılışı hakkında sorulan sorulara cevap verdi ya da en azından öyle görünmeye çalıştı. Programda sunucu ve bir Pink Floyd hayranı olan Steve Kroft'un David Gilmour ile ilgili sorusuna şöyle yanıt verdi; "David ve ben hiçbir zaman yakın arkadaş olmadık. O bir kaç spot altında bile müzik yapmak isteyen biriydi ben ise sosyal, politik ve hatta felsefik konularla teatral sahneler hayal eden biriydim"

  • Yılbaşı hediyesi | Melody Maker`in 1971 albümü Meddle hakkında ilgisizce yazdığı yazıya sinirlenen grup derginin yardımcı editörü Michael Watts`a bir hediye gönderdi. Bir yılbaşı hediyesi olmasını bekleyen Watts paketi açtığında yaylı bir box eldiveni fırladı.

  • Big In Japan | 1960'larda Floyd önderi Syd Barrett`in annesi Cambridge Hill Road daki evlerine sık sık pansiyoner alırdı. Bunlar genellikle üniversite öğrencileri olurdu. Bir keresinde de gelecekte Japonya Başbakanı olacak Junichiro Kouzumi`yi misafir etmişti.

Roger Waters'ın gruptan ayrılışı

"The Wall"dan artan parçalar ile yapılan "The Final Cut", aynı zamanda grubun içerisinde olduğu krizi de gözler önüne seriyordu. Bu albüm Waters'ın Pink Floyd adı altında yaptığı son albümdü. Aslında buna bir Waters solo albümü demek yanlış olmaz çünkü Gilmour'un etkisi çok az görülüyordu.

Roger Waters'ın, Rick Wright'ın albümde çalmasına izin vermemesi ve Nick Mason'ın albümdeki bazı parçalarda çalmasını istemeyişi sonucu kavgalar yaşanmış, David Gilmour da sadece tek parça seslendirmişti. Gilmour, Waters'a albüm için besteler yapabilmesi için albümü geç yayınlamasını teklif etmiş ancak Waters bunu kabul etmemişti.

Bir süre sonra Roger Waters ile David Gilmour arasındaki anlaşmazlık sonucu Roger Waters grubu dağıttığını açıkladı. Ancak David Gilmour Pink Floyd adını devam ettirmek istedi ve davayı kazandı.

Bu albümün ardından Waters gruptan ayrıldı ve Pink Floyd'a açtığı davalar sonucunda Pink Floyd'un isim hakkı hariç diğer grup elemanlarının elinden Floyd'a dair her şeyi aldı ve kendi yolunda ilerlemeye başladı.

1995-2006 arası dönem

"The Division Bell" albümünden sonra uzunca bir süre yeni bir albüm çıkarmayan Pink Floyd, Mayıs 1995'te iki CD'den oluşan "PULSE" adlı konser albümünü çıkardı. Kapak yine Storm Thorgerson tarafından yapıldı. Gerek "The Division Bell", gerek "PULSE" basından sert eleştiriler aldı. 95'te ise "Marooned" ile tek Grammy ödüllerini kazandılar.

1981 yılındaki Earls Court (Londra) konserinin ardından bir daha sahnede birlikte görülmeyen grubun orijinal kadrosu 2 Temmuz 2005 tarihinde Londra Hyde Park'ta düzenlenen "Live 8" yardım konserlerinde 24 yıl sonra bir araya geldi ve "Money", "Wish You Were Here" ve "Comfortably Numb" parçalarını canlı olarak çaldı.

2000'de "Is There Anybody Out There? The Wall Live 1980-81" konser albümü ve 2001'de "Best of Echoes" yayınlandı.

2003'te "Dark Side of the Moon" yeniden piyasadaydı. 2004'te ise Nick Mason "Inside Out" isimli Pink Floyd kitabını kaleme aldı.

"Pink Floyd artık bitti"

Pink Floyd'un solisti David Gilmour Classic Rock dergisinin Eylül 2015 sayısına verdiği söyleşide Pink Floyd'un artık sona erdiğini söyledi.

Syd Barrett'den sonra gruba dahil olan Gilmour, "48 seneden beri Pink Floyd'un içindeyim. Benim için bu kadarı yeterli" açıklaması yaptı. Barrett'in ve Rick Wright'ın ölümüyle iki kişi kaldıklarını belirterek,

"Rick'siz Pink Floyd'a devam etmek bence doğru değil. Bu sahte bir oyun olur. Birlikte harika zamanlar yaşadık. Ancak o günlere yeniden geri dönülemez. Zaten artık gidip Pink Floyd olarak stadyumlarda çalmak istemiyorum. Şu an sadece kendim için bir şeyler yapmaya çalışıyorum."

"Elbette bir efsane olan Pink Floyd'u sahnede izlemek isteyen müzikseverler vardır. Ama maalesef bu benim sorumluluğumda olan bir şey değil. Benim yaşıma gelen biri sanırım ne yapmak istiyorsa onu yapmalı"

"The Endless River sürekli akan bir müziğin 55 dakika boyunca dört ayrı parçayla gittikçe yükselişinden oluşuyor. The Division Bell'den bu yana devam eden fakat The Division Bell'in son parçası High Hopes da geçen 'the endless river sonsuza kadar' sözüyle devam eden bir sürecin sonu.

Bu albümün tek konsepti ben, Rick ve Nick'in birlikte çok eskilerde yaptığımız fakat nasıl yaptığımızı unuttuğumuz bir şekilde çalışımızdı ve bu birden anlaşılabiliyordu"

diyor Gilmour. Nick mason ise;

"Sanırım Rick bundan çok hoşlanırdı. Bence bu plak yaptıklarını hatırlamak için gayet iyi bir yol oldu. En önemli parçası ise Rick'in yaptıklarını dinleyişimizdi çünkü yokluğunda onun ne kadar özel bir müzisyen olduğunu fark etmiş olduk."

Ödülleri ve etkiledikleri

Ödülleri;

Pink Floyd pek çok ödüle aday gösterildi ve pek çok ödül kazandı. Grup 1980 yılındaki Grammy ödül töreninde "Best Engineered Non-Classical Album" dalında, yine aynı yıl düzenlenen BAFTA ödül töreninde "En Orijinal Şarkı" (Waters'a) ve "En İyi Sound" (James Guthrie, Eddy Joseph, Clive Winter, Graham Hartstone ve Nicholas Le Messurier'a) dallarında ödüle lâyık görülmüştür. Floyd 1995 yılındaki Grammy ödül töreninde "Marooned" ile "En İyi Entrümantal Rock Şarkısı" dalında ödül kazanmıştır. Pink Floyd, 2008 yılıda çağdaş müziğe katkılarından dolayı Polar Müzik Ödülü'ne lâyık görülmüş, ödülü Waters ve Mason İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden almışlardır. Grup 17 Ocak 1996'da Rock and Roll Şöhretler Kulübü'ne, 16 Kasım 2005'te Birleşik Krallık Şöhretler Kulübü'ne kabul edilmiştir. Gilmour ve Mason orada bulundu. Wright ameliyat olduğu için katılamazken, Roger Waters Roma'da olduğu için videosuyla törene katıldı.

Etkiledikleri;

Çok sayıda sanatçı Pink Floyd'un müziğinden etkilenmiştir. David Bowie, Syd Barrett'ı büyük bir ilham kaynağı olarak tanımlamaktadır. The Edge, ilk gecikme pedalını Animals albümündeki açılışı duyduktan sonra almıştır. Pet Shop Boys Marillion'un gitaristi Steve Rothery de Wish You Were Here albümünü büyük bir ilham kaynağı olarak göstermektedir.

Bunun dışında pek çok grup Pink Floyd'dan etkilenmiş ve şarkılarını cover'lamışlardır. Bunlardan bazıları: Moğollar, Kurtalan Ekspres, Foo Fighters, Dream Theater, My Chemical Romance, Porcupine Tree, The Mars Volta, Queen, Oasis, Iron Maiden, Stone Temple Pilots, Tool, Queensryche, 30 Seconds to Mars, Scissor Sisters, Rush, Radiohead, Gorillaz, Mudvayne, Nine Inch Nails, Korn, System of a Down, Smashing Pumpkins'dir.

Eğer Pink Floyd dinlemeye yeni başlayacaksanız, önerilen bazı şeyleri de dikkate almanızda fayda var. İşte o önerilerden bazıları;

  • Eski albümleri uçuk, yeni albümleri hafif kaldığı için yenilerden (bkz: the wall) sonrasından dinlenmeye başlanarak daha ağır olan eskilere uzanılmalıdır.

  • Sadece müziği değil, sözleri için de dinlenmeli, gerekirse bu uğurda ingilizce kursuna da gidilmelidir

  • Önce Syd Barrett tanınmalı. Neyin nesi olduğu, neden delirdiği, neden ayrıldığı öğrenilmeli sonra diğer albümlere geçilmelidir.

  • Biraz da sarap içmek gibidir Pink Floyd dinlemek. örfü adabı olmaz, alın dinleyin, beğenmezseniz başka bir albümünü dinleyin. Sonra başkasını... Sadece güzel değilmiş deyip bırakmayın. Tüm albümlerini ikişer kez dinleyin

  • Live At Pompeii belgeselini izleyerek başlayın.. Belgesel bittiğinde dünyadan bir parça olmadıklarını anlayacaksınız.

Yeni başlayanlar için en iyi 10 Pink Floyd şarkısı

10-) Money

9-) High Hopes

8-) The Great Gig in The Sky

7-) Time

6-) Wish You Were Here

5-) Hey You

4-) Run Like Hell

3-) Another Brick In The Wall

2-) Echoes

1-) Comfortably Numb

Hikayeler Bonusu: Bakın bazı insanlar Pink Floyd'u nasıl anlatmış... Eğer olur da üşenmezseniz ve okumak isterseniz.

Pink Floyd

İçinde olup da karşıda durmak
Yaşıyor olup da karşıdan bakmak
Duvarı yıkıp, kapıyı açmak
Gökyüzüne bakarak yaşamak

Hiç dinlemeseydim, hiç haberim olmasaydı bu adamlardan, kesinlikle daha mutlu, evet mutlu ve dengeli bir insan olarak hayatımı sürdürebilirdim. Temelinden tekrar tekrar şekillenmiş mutsuz huzurumun anahtar deliğidir Pink Floyd. Oradan bakınca, her şey anlam kazanır.

Bütün soruların ilk harflerini oluşturmuş, ben büyüdükçe soruları baştan aşağıya değiştirmiş, bin bir tane cevap bulmuş, yetmemiş bütün cevapları da durmadan değiştirmiş, değiştiren, değiştiriyor olan, sadece "grup" demeye dilimin varmadığı, yıkıcı bir tutku.

Farkındalığın farkındalığının ne biçim bir halt olduğunu ilk fark ettiren, etrafa aynı bakamamayı, etrafta aynı yaşayamamayı sağlayan, baştan aşağıya mavileri giydirip, gittiğini bildiklerinin ardından "Shine On" diyebil diye umudu da iç cebe sıkıştırmayı ihmal etmeyen, hayatın nesnesi değil öznesi olmak için yaşı her ne olursa olsun, "kendisine söylenenleri öylece yapmaya karşı direnen ve sürekli merak eden bir çocuk" olanlara ve hep o civarda kalacaklara, şeylerin karanlık yüzünün en sade ve bir o kadar görkemli gülümsemesi.."

Parıldayan çılgın bir elmas: Pink Floyd

İlk kez "The Final Cut" albümüyle kendileriyle tanıştığımda 16 yaşındaydım. Abim İstanbul'da üniversitede okurken temin ettiği, içinde İngilizce sözlerinin olduğu, Türkçe çevirilerinin de yapıldığı ve yorumlandığı bir edebiyat dergisiyle birlikte, kasetini de eve getirmişti. Mono bir teypte ilk dinlediğimde tepkim, bilinmeyene, verilebileceğim sıradan bir tepkiydi sadece.

"Ne biçim bir müzik bu böyle?"

Karmaşık, algılanması zor, herkesin dinlediğinden, çevrede, televizyonda, radyoda çalınanlardan çok farklıydı. Kulak alışkanlığıma uymayan bir yanı vardı. Garip gelmişti, ama çekiciydi. Sıra dışıydı, ama sanki sırf benim için çalıyorlardı.

Elektronikti ama duygu yüklüydü. Dinledikçe hoşlanmış, hoşlandıkça tekrar tekrar dinlemeye başlamıştım. Dinlerken de aynı anda hem Türkçe sözlerini okuyordum, hem de bildiğim kadarıyla İngilizce sözlerini takip etmeye çalışıyordum.

Belirli bir aşamadan sonra daha derini görmeye başladım. Sözlerinde verilmek istenenleri, simgelerin ardında vurgulanmak istenenlerin farkına varmaya başladım. Benim gönlümde ayrıcalıklı bir yer edinmeye başlamıştı. Bu topluluğu, "The Final Cut " albümüyle gözümde bu kadar ayrıcalıklı hale getirişin nedenini küçücük adımlarla anladım. O kadar ayrıcalıklı olmasını sağlayan besteleri ile sözlerinin arasındaki uyumu keşfedebilmemin verdiği bir hazdı. Her albümünü tek tek incelemeli, içindeki farklılıkları aramalı ve bu arayış sonundaki buluşun tadına varmalıydım. İnceledikçe ayrıcalığı daha da büyüyordu.

Burada olsaydın keşke.

O hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15`imde olmalıyım. Gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu:

"Hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın
Şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların
Patlat kendini çılgın elmas
Haydi gel ve parılda!.."

Kim bilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı.

"Şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhsuz yalnızca
Yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki? Aynı eski korkulardan başka...
Burada olsaydın keşke..."

Şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (Pink Floyd, Stüdyo İmge, 1996) Adı; Syd Barret`ti. Cambridge Lisesi`nden arkadaşı Roger Waters`la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı. O yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da Rolling Stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı.

İlk albümde tüm sözleri Syd Barrett yazmıştı. Yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar... Syd bir dahiydi; ama fazla "uçmaya" başlamıştı. Güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu. Cromwell yolunda harabe bir evde, Pink ve Floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu. 1967`de çevresine bir "duvar" ördü ve hepten içine kapandı. Katıldıkları TV programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu. Sonunda 1968`de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu. Pink Floyd, "çılgın dahi"sini kaybetmişti.

Annesi Syd`i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. Bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu. O, hayattan koparken, Pink Floyd şöhrete kavuştu. Dark Side of the Moon`la hepten patlamışlardı. 1975`te yeni bir albüm için Abbey Road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. Hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez David`in hüzünlü gitar solosunu duyan Roger, Syd için bir şarkı yazmak istedi "Keşke burada olsaydın" döküldü dilinden... Sonrasını Rick Wright anlatıyor:

"Echoes" (Yankılar) albümünü alıp CD - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki "tokalaşırken yanan adam" geldi gözümün önüne... Buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim:

"Hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın"

Şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..)
Keşke burada olsaydın..."

Pink Floyd bize çok güzel şeyler öğretti.

Pink Floyd'dan okulların aptal insanlar yetiştirdiği ya da her çuvalladığımızda tek suçladığımız ve her çuvallama sonrası tek yanında olmak istediğimiz kişinin anne olduğunu, müziğin belli bir alanda ve zaman dilimi içinde sınırsız olmadığını, Tanrı'ya da konser verilebileceğini (Live At Pompeii), Bas gitarın nasıl aktif bir şekilde çalınabildiğini öğrendik...

Pink floyd, doğmadan önce kaybedilmiş bir babanın, aşırı koruyucu bir annenin, öğretmen zulmü ve basmakalıpçılığının, kapitalizmin ve kapitalizmi üst bir düzeyde temsil eden şöhret hayatının, sağlam temellere oturmamış ve nihayetinde yabancılaşmaya mahkum bir evliliğin bir insana nelere mâl olacağını gösterip, bir insanın, yaptığı yanlışları tahlil etmesini sağlamak suretiyle kendi ile hesaplaşmasının ne kadar acı verdiğini, en nihayetinde hayatın en zorlu hallerde dahi devam etmeye mahkum edildiğini, bu gerçekten kaçmanın bir fayda getirmeyeceğini ve sonunda duvarları yıkıp yepyeni bir hayata başlamanın mümkün olduğunu öğretir.

SOSYAL PAYLAŞIMLAR
Icon Icon Icon Icon Icon Icon Icon
SOSYAL AĞLAR
Icon Icon Icon Icon Icon Icon